İyileşmeye Karşı Bilinçaltı Dirençler
Türkçeye çeviren: Sema Bulutsuz
For the English version click here.
İçimizdeki Sessiz Sabotajcı
Değişim ve iyileşme isteğiyle gelen danışanlarımın hepsi iyileşmek istiyor gibi görünse de bir süre sonra bazılarının hala yeterince çaba göstermediğini fark ettim. Bu kişiler farkına varmadan iyileşmeye direniyordu. Bunu tespit etmek bakış açımı değiştirdi ve bazı insanların gelişimine ket vuran görünmez engellerin farkına varmamı sağladı. Başlangıçta istekli olmalarına rağmen, bu engelleri aşamıyorlardı.
Değişim Korkusu
Değişim, korkutucu olabilir. İyileşmek için eski davranış, ilişki ya da alışkanlık kalıplarından vazgeçmek gerekir ve bu da bir bilinmezliğin içine düşmek anlamına gelir. Kimilerinin, bu değişimin getireceği belirsizlikten kaçmak için iyileşme yerine acı çekmeyi sürdürmeyi tercih ettiklerini görmek beni şaşırtıyordu. İyileşme sonunda, kimliklerine dair fikirlerinin değişmesinden ve kontrol duygusunu kaybedeceklerinden korkuyor olabilirlerdi. Tam olarak iyileşmek isteseler de bu süreci engelleyen sessiz bir sabotajcı vardı.
Bu tür korkuları olan birisi, karşılaşacağı bilinmezlikten korktuğu için iyileşmeye direnebilir. Çoktandır yaşamının en önemli parçası olan bir hastalık ortadan kalktığında, hayat nasıl bir şey olacaktı? Bir yandan iyileşmek isteyip bir yandan da iyileşmekten korkmak bir paradoks yaratır. İyileşme çok temel bir değişim gerektirdiği için, hastalık ya da acıya bağlanma eğilimi iyileşme önündeki en büyük engeli oluşturabilir.
Danışanlarımdan birisi, değişimden söz ettiğimizde son derece rahatsız olmuştu. Durmamı istedi. İyileşmeye ihtiyacı olduğunu bilmesine rağmen, değişim korkusu onu fazlasıyla etkilemişti. Sonunda ara vermek zorunda kaldık ve önündeki en büyük engelin değişim korkusu olduğu açıkça ortadaydı.
Hastalığa Tutunmak
Çok uzun bir süre kronik hastalıklarla boğuşanlar, bu durumu kimliklerinin bir parçası olarak görmeye başlayabiliyor. Hastalık, kendilerini nasıl gördüklerini ve dünyayla nasıl bir ilişki kurduklarını belirlemeye başlar. Böyle biri kendisini her şeyden önce “hasta biri” olarak tanımlamaya başlayabilir ve hasta kimliğiyle çok fazla özdeşleştiğinde, iyileşmeyi bir kimlik kaybı olarak yaşayabilir.
Birçok durumda hastalık, kişinin sadece kendisiyle değil başkalarıyla kurduğu bağlantıyı da belirlemeye başlar. Uzun bir süre kendisini “hasta insan” olarak tanımlayan birisi, hasta olmaktan çıktığında kim olduğuna ilişkin bir belirsizlik içine düşebileceği kaygısına kapılabilir. İyileşme, zihninde kurduğu bu kimlik için bir tehdit oluşturmaya başladığında kişi bir iç çatışma yaşamaya başlayabilir: bir yandan iyileşme isteği, öte yandan bilinçdışının buna direnişi.
Değersizlik Hissi
Kimi insan mutlu ve sağlıklı olmayı hak etmediğine inanır ve kendisini değersiz görür. Yaşadıklarını kader, acıyı ise kendilerinin bir parçası olarak tanımlayan bir inanç sistemi geliştirirler. Mutlu ve sağlıklı olmak yanlış ya da onların hak etmediği bir şeydir.
Kimi durumda bu kişiler, herkesin acı çektiği bir ortamda büyüdükleri için de acıyı sıradanlaştırırlar. Acının bu şekilde normalleştirilmesi bir yaşam modeline dönüşür ve artık acı dışında bir seçenek olduğunu düşünemezler. Bu tür zihinsel blokların, iyileşmeye engel olacak kadar güçlü oldukları ortadaydı. Bu kişiler, çok derinlerde ve ustalıkla gizlenen bu tür inançlara sahip olduklarının farkında bile olmayabiliyorlar.
Başkalarının İlgisini Kaybetme Korkusu
Hastalıkla ya da sorunlarla pençeleşiyor olmak, kimilerinin yakın çevrelerinden daha fazla ilgi görmesini sağlayabilir. Sevdikleri insanlar, arkadaşlar ya da doktorlar ilgi gösterdikçe kendilerini sevilen, değer verilen ve çevresinin desteğini kazanan kişiler olarak görürler. İyileştiklerinde bu duygusal bağın yarattığı aidiyet duygusunu yitireceklerinden ve gördükleri ilgi ve desteğin sona ereceğinden korkabilirler.
Bu ilgi kaybı ihtimali, bilinçdışı korkulara ve iyileşmeye direnmeye yol açabilir. Artık kimse onları görmeyecek, dinlemeyecek ya da değer vermeyecek diye kaygılanabilirler. Bu durum da bilinçdışı iyileşme sürecini sinsice baltalayabilir. Birçok kişi, bu korkunun kaynağını fark etmeyebilir.
Başarısızlık Korkusu
İnsanlar, başaramayacakları korkusuyla da iyileşme çabasına girmek istemeyebilir. Çok uğraşsalar da başaramayacaklarını düşündüklerinde yeniden denemek istemeyebilirler. Çabaladıkları halde iyileşmediklerini farkettiklerinde çabalarının boşa gideceği korkusu artabilir ve kendilerini daha da çaresiz hissederler.
Böyle durumlarda, tedavinin bunca duygusal ve fiziksel çabaya değip değmeyeceğini düşünmeye başlayabilirler. Başaramama ya da iyileşememe korkusu bir karabasana dönüşür ve deneyip yenilme olasılığı, hiç denememekten daha acı verici gelebilir. Bu durumda çaba göstermekten kaçınırlar ve bilinçaltı direnç kişiyi alışıldık rutine dönmeye zorlar.
Başarısızlık korkusu kişinin kendisini sabote etmesine de yol açabilir. Tedavi randevularına gitmemek, verilen alıştırmaları yapmamak ya da terapinin işe yarayıp yaramayacağını sorgulamak gibi tutumlar, başarısızlığın yaratabileceği düşkırıklığından kaçma yollarıdır. Bu yollara başvurmanın nedeni ise korktuklarının başına gelmesini engelleme çabasıdır.
Umutsuzluğa Kapılma
Tekrar tekrar denedikleri halde istenilen hedefe ulaşamayanlar, umutsuzluğa kapılıp tedaviyi bırakabilir. Bu umut kaybı bir inanca dönüştüğünde asla iyileşemeyecekleri sonucuna varırlar ve rahatsızlıklarını, kimliklerinin değişmez bir parçası olarak görebilirler.
Böyle durumlarda sorunun çözümsüz olduğuna karar verip yardım aramaktan vazgeçerler. Bir zihinsel engele dönüşen bu ‘iyileşemeyecek olma inancı’ kişide düş kırıklığı yaratır. Bu önemli engelin etkisiyle, başarılı olamayacaklarına inanırlar.
İrade Yoksunluğu
Çabalama gücünü yitiren kişi iyileşmeye de direnç gösterebilir. İyileşme, kişinin kendisini adamasını, uğraşmasını ve başarmaya kararlı olmasını gerektirir ve bu kararlılığa sahip olmayanlar için bu yolculuk, ürkütücü olabilir.
Üzerlerine düşen duygusal ve fiziksel çabayı üstlenmeye hazır olmadığını düşünenler, alıştıkları rutin içinde kalmayı tercih ederler. İyileşme, çok derinlere kök salmış davranış kalıplarıyla yüzleşmeyi de gerektirdiğinden, bu isteksizlik değişme korkusuyla da bağlantılı olabilir. Zorluklarla yüzleşme iradesinden yoksunlarsa sıkışıp kalabilir ve ilerleyemez hale gelebilirler; bu da kişinin sorunları görmezden gelme eğilimine katkıda bulunacaktır.
Yardımı Reddetmek
Yardım istemekten kaçınmak genellikle gurur, korku ve bağımsız olup olmamaya ilişkin kanılardan kaynaklanır. Bu tür bir direnç gösterenler, kendi sorunlarını kendilerinin çözebileceğine ikna olmuşlardır. Yardım istemenin bir zayıflık göstergesi olduğuna inanılan bir ortamda büyüyenler, yardım istemekten bu nedenle de kaçınabilir.
Yardım almayı reddetmek, sorunları irdelemekten ve bunlarla yüzleşmekten kaçınmak amacıyla da kullanılabilir. Yardıma ihtiyaçları olduğunu kabul ettiklerinde, duygusal, zihinsel ya da fiziksel sorunlarına ilişkin zorlayıcı gerçeklerle yüzleşmek istemezler. Kimi insan terapi ya da tedavi sırasında rahatsız edici bulgulara ulaşmaktan korkabilir. Yardımı reddederek, sorunlarla yüzleşmenin getireceği rahatsızlık ve belirsizlikten kaçmış olur ve böylece kendilerini daha güvende hissederler.
En Büyük Keşfim
Bugüne kadarki keşiflerimin en büyüğü, insan bedeninin doğuştan gelen bir sağaltım yetisine sahip olduğunu anlamam oldu. Bunu, kalbin işleyişini düzene sokarak ve kalbin alışkanlıklarla kurduğumuz yapısını ve koşullandırma biçimlerini değiştirerek gerçekleşebileceğimizi yaşayarak gördüm. Kalbin yapısı, kişinin yaşadığı süre boyunca ve geçmiş yaşamında biriktirdiği deneyimlerden oluşur. Birçok bilim insanının denediği bu yöntemi kendi hayatına uygulayanlar, kavrayışlarını yeni bir boyuta ulaştırabilir.
Uzak mesafelerden kalpten kalbe bağlantı kurabilme imkanı, beni bu sağaltım sürecini daha derinden araştırmaya yöneltti. Bireyler, sorunlarını anlayan biriyle derinden bir bağlantı kurduklarında karşılaştıkları zihinsel engelleri daha rahat aşabiliyorlar.
Kalp etkinleşmeye başladığında, beyni kendisiyle uyumlu çalışmaya davet eden bir bilgi gönderiyor. Kalbi açıp etkinleştirmeye başladığımızda, kalple birlikte beyni de bir uyum içinde çalışmaya yöneltmiş oluyoruz. Sağaltma işlemi de bu şekilde başlamış oluyor.
Terapiye Direnç
Doğrudan kalp enerjisine ve kalbin enerji alanlarına yönelik bir yaklaşım uyguladığımda insanların hangi noktalarda direnç gösterdiğini anlamaya başladım. Bu, deneyimlediğim en etkili bilgi edinme yöntemi oldu.
Batılı yaklaşımın tersine, Taocular kalp shen’inin bellek ve özellikle de belleğin koşullanmalara ilişkin rolü üzerinde çok büyük bir etkisi olduğuna inanır. “Shen” kalbin bilincidir ve bellek, algı ve bilişsel işlevler gibi zihinsel ve duygusal etkinliklerimizle bağlantılıdır.
Kanserin ileri evrelerinde bana başvuran bir danışanım, yakında öleceğine inanıyordu. Haftalık buluşmalarımızda kalp enerjisine yoğunlaştığımızda çok önemli bir gelişme oldu. Birkaç ay içinde bu olumsuz kaderciliği terk etti. Zihninin ona kabul ettirdiği bu yanılsamayı unuttu ve iyileşmeye başladı.
İyileşemeyeceğine inanan bir başka danışan, kendi zihninin yarattığı bu yanılsamayı kabul ettiğinin farkına varınca büyük bir rahatlama yaşadı. Bu noktaya varabilmek, elbette bir günde olmadı ve bir süre gerektirdi, ama inanç sisteminin yarattığı engel aşıldığında tedavi kolaylaşmıştı. Buna benzer birçok örnekle karşılaştım.
Destek ve Teşvik
Danışanlar dirençlerini kabul ettiklerinde daha derin bir iyileşme sürecine giriyorlar. Direncin kabulü, kendi düşünce kalıplarını da suçluluk ve utanç duymadan kabul etmelerini sağlıyor ve kendilerini değişime açmalarını kolaylaştırıyor.
Hastalar bir süre sonra çeşitli nedenlerle tedaviye ara verdiklerine, yeniden başlamaları için ücretsiz buluşmalar öneriyorum. Böylece iyileşebilme olasılığına sahip olduklarını hatırlamış oluyorlar ve terapist olarak bizlerin inşa ettiği güven ve bağlılık, daha da güçlenmiş oluyor.